Biraz da Aynıyız Sanki… (Sadece İnsan Değilim) 5

Bütün bu badirelerden sonra, pardon yanlış oldu!  (hayatın bana kendimi hatırlatmak için sunduğu hediyeler desem daha çok içime sinecek). Bütün bu hediyelerden sonra evrenin bana gönderdiği işaretlere ve kendi sezgilerime güvenmem gerektiğini öğrendim. Öncesinde hep zihnimle düşünür, zihnimle karar verirdim. Başka bir yolda bilmiyordum. Bana asıl kendimi kaybettirenin zihnim olduğunu anladıktan sonra mümkün mertebe onu geri planda tutmaya karar verdim. Zaman zaman çatışma yaşamıyor değilim. Zihni fark edebilmek ve onunla baş edebilmek hiç kolay değil. Çünkü o, sürekli konuşuyor, sürekli geçmiş deneyimlerle, öğrenilmişlik çaresizliklerle ve dünyevi korkularla fısıldıyor. Çok şükür ki, onun çöpünü artık görebiliyorum ve yine çok şükür ki, kalbimi ve sezgilerimi dinleyebildiğimde bana ne hediyeler verdiğini hatırlayabiliyorum.

İnsanoğlu ne zaman evreni kendinden ayrı bir parça gibi görmeye başladı, dünyanın ne zaman sahibi olduğu algısına kapıldı hep merak ettim. Bunun üzerine yıllarca düşündüm. Belki de aramızda hep böyle birileri vardı ve diğerlerini de çok kolay kandırdı. Kutsal metinleri okumadan ve kendimi bir ruh varlığı olarak görmeye başlamadan önce aynı bu şekilde düşünüyordum. Bu düşüncede beni buradan uzaklaştırıyor ve hayata bağlanamıyordum. Burada her şey bana öğretildiği gibiyse çok saçmaydı. Koskoca evren bunlar için yaratılmış olamazdı. Ben ki ne zaman bu kata ara verip  biüstkat’a çıkmaya karar verdim, düşüncelerimde yukarıya doğru değişmeye başladı. Gezegen anlam kazandı ve ben artık neden buradayım birazcık daha biliyorum.

Her şey Ademoğlu’nun Cennet’ten kovulmasıyla başlıyordu. Adem cennetten kovulup nereye düşmüştü? Cehenneme. Yani bu gezegene. Bu gezegende o kadar enteresan bir yer ki. Cennet’i de yaşayabilirsin, Cehennem’i de! Evet, bu gezegende her şey olması gerektiği gibiydi aslında. Kötü de vardı iyi de. Güzel de çirkin de. Peki ben hangi taraftaydım? Neye hizmet ediyordum? Bu illüzyon beni ne kadar kandırıyordu? Ben neye inanıyordum ya da neye inanmalıydım?

Bunları ciddi ciddi düşünmeye başlayıp bu sorulara cevap aradığım zamanlarda çevrem hafif bir ürktü:) çok düşünme kafayı yiyeceksin diyorlardı. Halbuki ben bunları düşünmediğim zamanlarda kafayı yemiş gibi hissediyordum. Koskoca gezegende çirkin ördek yavrusuydum. Ayak uydurmaya çalışıyordum kalabalığa ama olmuyordu. Bu ben değildim. Olmadığım biri gibi olmamı diretiyordu sistem. Bende olamadığım için çekip gitmek istiyordum buradan. İyi ki kulaklarımı kapamışım, iyi ki kendi iç sesime güvenmişim ve bu konuların içine çok girme dedikleri bütün konuları irdelemişim.

Dinle ilgili, enerjiyle ilgili bütün kadim bilgilere şans verdim. Ön yargılarımı bir çuvala koyup baş ucumda tuttum. İnsanların yaşayış biçimlerine bakıp bir çok öğretiye tü kaka gözüyle bakıyordum. Halbuki sorun öğretilerde değil bizlerdeymiş. Konuyu çok ama çok yanlış anlamışız. Önceden kızıyordum onlara, şimdi onlarla da barıştım. Çünkü her koyun kendi bacağından asılıyordu. Herkes kendinden mesuldü. Bu gezegende en iyi çalışan varlıkta Şeytan’dı.

Numeroloji ile birlikte ilk önce tekamül kelimesiyle karşılaştım. Tekamül; olgunlaşma, gelişme anlamlarına geliyordu. Ben bir insandım evet, ama sadece bir insan değildim. Bir varlığım vardı. Bu varlığımın da bir enerji alanı. Sonra her şeyi seçerek geldiğimizi öğrendim. Bu bilgi ilk önce çok saçma gelmişti. Neden böyle bir senaryo seçeyim ki?

Peki ya seçtiysem?

Tekamül edebilmek için bu deneyimlere ihtiyacım vardı. Evet her şey olması gerektiği gibi ve olması gereken zamanda oluyordu. Bu  düşünce kendimi çok güçlü hissetmeme neden oldu ve ben bu duyguyu çok sevdim. Kurban değildim artık. Önümde seçtiğim bir yaşam, Numeroloji gibi bir  rehberim vardı. Kendi tasarımım üzerine düşünmeye başladım. Hala da rehberlerimi çoğaltarak düşünüyorum. Çoğu zaman bilgi geliyor ama bende beden bulması vakitte alabiliyor. Bunun da bilinciyle kendime şans veriyorum. İnsan olduğumu unutmadan!

Hataya izin vermeyi öğrendim. Hatta hataya hata dememeyi 🙂 deneyim demek bana daha iyi geliyor. Hata dediğimde tekrarlanabiliyor, deneyim olarak baktığımda ise gelişmeme yardım ediyor. Öğretiyi alıp bir daha aynı şeyleri yapmamaya gayret ediyorum.

Numeroloji’den sonra Yoga girdi hayatıma ve bedenimi fark ettim. İlk yoga dersimden sonra Savasana’dan gözlerimi açtım ve aman Allah’ım dedim bu nasıl bir deneyim. İlk kez bedenimi, nefesimi fark ediyordum. Bir canlı olduğumu anlayabilmemi tamamen Yoga’ya borçluyum. Beş altı ay derslere düzenli devam ettikten sonra eğitmenlik kursuna katıldım. Biraz daha derinleştikçe, felsefesini anlamaya başladıkça evet dedim benim yolum bu. Neden insanlar bunu din gibi algılıyor artık biliyordum.

Bir gün evde kütüphanemi karıştırıyordum. Karşıma Bhagavat Gita (Yoga’nın kutsal metinlerinden biri) ve Kuran-ı Kerim diye bir kitap çıktı. Ön yargılıyım ya hemen yazarına baktım. İngiliz bir yazar yazmış kitabı,  önsözüne de şunu iliştirmiş; Yoga insanlığa geldiği bilinen ilk öğreti, Kuran-ı Kerim ise son öğreti aralarında nasıl bir fark var? Sonuç: Fark yok 🙂 sadece coğrafyaya ve zamana göre farklı dilde anlatılmış ama öz aynı! Bütün kutsal metinlerde ve öğretilerde olduğu gibi.

Kuran-ı Kerim’e ilk merakım o zaman başladı. Alevi kökene sahip bir aile de doğdum. Babam bildim bileli Kuran okuyan, camiye giden bir adamdı. Toplumun Alevilere karşı olan bilgisizliğinden ve ön yargılarından oldukça şikayetçiydim. Kimsenin adam gibi bilgisi yoktu ama hurafelerle beraber fikri çoktu. Zeynom dedim bu Kuran-ı Kerim’i adam gibi birinden öğrenmen gerekiyor. Bütün bildiklerini unut! Sıfırdan başla ve kendin anlamaya çalış. Sistem yine çalıştı ve ben varlığın tekamül yolculuğu ile ilgili bir eğitime gittiğimi zannederken bir baktım Kutsal Metinler eğitimindeyim. Konumuz Kuran-ı Kerim. Hocamız Bora Turgay. Tanıyıp tanıyabileceğim en kıymetli insanlardan. Bu kadar ön yargısız, samimi ve aydın birini daha önce ve sonrasında tanımadım. Kelimelerin etimolojisine inerek anlatıyordu her şeyi. Bir yıl boyunca her hafta Çarşamba günleri buluşuyorduk ve Kuran-ı konuşuyorduk.

Elimizde çok kıymetli bir kullanım kılavuzumuz varmış  ama onu da çok yanlış anlamışız meğer. İçine girdikçe İslam felsefesine aşık oldum. Umarım bir gün hepimiz bunu idrak edebiliriz. Geliştirmek, zamana göre  uyarlayabilmek ise  işin ana kuralı. Yapılan en büyük hata da bana kalırsa  bunu başaramamış olmamız. Son dönemlerdeki düşüncem ise artık insanoğlunun din evrimini tamamlaması gerektiği. 2022 yılında içinde bulunduğumuz Dünya’yı düşünecek olursak bunun bir an önce yapılması da şart! Bana kalsa dünya güç ile değil erdemle yönetilmeli. Bir çoğumuz da biliyorum ki aynı fikirde. İnsanın yumuşak karnını bilenlerin dini ne şekilde kullandıklarını görüyoruz. Çok insan olmaktan-oldurulmaktan, kullanılmaktan, her yönden sömürülmekten yorulduk.  Varlığımızı ve canlı yanımızı hatırlamaya, onlara sahip çıkmaya ihtiyacımız var.

Bunları hatırlamak içinde biraz kadim bilgilere bakılması gerektiğine inanıyorum. Yüzyıllardır bu insanlar ne anlatmış, neler demiş bir bakmakta fayda var diye düşünüyorum. Bilgiler sizi ne kadar heyecanlandırır ne kadar beden bulur bilemem ama kendinize şans vermenizi yürekten isterim.

Bir olmamıza rağmen çok ayrı can’larız. Birbirimize sevgi ve anlayışla yaklaşabilmemiz dileğiyle…

Yolunuz bahtınız açık, kısmetiniz bol olsun!

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

You May Also Like