Biraz da Aynıyız Sanki… (Ameliyat Kararı) 2

İnsanın kendi gerçeklerini görebilmesi hiç kolay değil, gerçekler acı ve onlarla yüzleşmek ciddi bir yürek istiyor. Ne kadar kaçarsak kaçalım bunlar bizi bir yerde yakalıyor. Kendinden kaçamıyor insan…

Bir gün odam da otururken bütün zaman durdu, kendime baktım, ama öyle üstten değil. Ruhuma, zihnime, bedenime…

Ruhum can çekişiyordu, zihnim çöptü, bedenim ise şişko. Zeynep dedim, bir şekilde hayata tutunman gerekiyor. Bence önce kilo vermelisin ama nasıl? Kilo vermek çok ciddi bir motivasyon işi ve benim ne öyle bir yaşama sevincim var, ne de öyle bir gücüm. İntiharımı resmen yemek yiyerek yapmayı seçmiştim. Çok bilinçli bir yerden değildi elbet ama dedim ya ruhum can çekişiyordu.

Hayatımın çok enteresan bir dönemindeydim. 34 yaşındaydım, çalıştığım kurumsal firmadan istifa etmiş, dizi setinde çalışmaya başlamıştım. Çalıştığım dizi de bitmiş ve ben açıkta kalmıştım. Kocaman bir boşluğun içindeydim. Şimdi ne yapacaktım? Nasıl para kazanacaktım? Bir delilik yapıp istifa etmiştim. Bu yaşta setlerde iş bulmam da zordu. (Sektöre 34 yaşında giriş yapmak pek kolay değil 🙂 )

Bir akşam setten bir arkadaşım beni aradı. Ankara’ya mekan bakmaya gideceğini, ona arkadaşlık edip edemeyeceğimi sordu. İşimde yoktu ve ona eşlik edebileceğimi söyledim. Gittiğimizin 2. Günü İstanbul’dan Ankara’ya taşınmış olan Genel Cerrah bir arkadaşımın muayenehanesini ziyaret ettim. Hem hayırlı olsun demek, hem de onu görmek istiyordum. Kaderde bu niyetimle ağlarını örmeye başlamış sanırım.

Barış, tüp mide ameliyatlarında uzmanlaşmış bir doktordu. Ben içeri girer girmez, -Zeynep gel, önce seni bir tartalım dedi. Yıllardır tartıya çıkmıyordum. Evet kiloluydum ama rakamı görmediğim sürece o gerçek hiç benim gerçeğim değil gibiydi. Aynaya baktığımda olanı değil, görmek istediğim Zeynep’i görüyordum. Aman Allah’ım nasıl bir aldatmaca. Kendimi kandırmakta nasıl ustayım görüyorsunuz.

Tartıya çıktım ve gözlerime inanamadım. En son 80’li rakamlarda bırakmıştım ben konuyu ama şu an tam 99.700 kg’dım. Oturduk ve bana bir grafik çizdi. Eğer böyle gidersen ileride yaşayacağın hastalıklar, sıkıntılar bunlar vs. gibi gibi. Eğer istersen ben ameliyatını yaparım dedi.  Benim için güzel bir teklifti ama ilk önce ailem buna karşı çıkardı. Üstelik ben İstanbul’da yaşıyorum Ankara’da nasıl gireceğim operasyona? Bir de çalışıp para kazanmadığımı düşünürsek bu teklif imkansız gibi gözüküyordu.

Vedalaştık, ben iri bedenimi alıp otele geri döndüm. Birkaç saat sonra otelin bahçesinde oturup yazı  yazmaya başladım. Telefonum çaldı, arayan yakın bir arkadaşımın sevgilisiydi ve bana Bakırköy’de gidebileceği bir kuaför sordu. Hayatım boyunca mecbur kalmadığı sürece kuaföre gitmeyi seven biri olmadığımı ve ablamın adını verirse ona yardımcı olabileceklerini söyledim. O da bana, -yok, yok ben Tombiş Zeynep derim, tanırlar dedi 😊 Kader hala ağlarını örüyordu. Telefondan sanki bir balyoz uzandı ve kafama indi. Daha yeni ben 99.700 gerçeğiyle yüzleşmişken bu çok çok ağır gelmişti. O güne kadar da kimse bana kilomla ilgili  şaka, lakap ya da buna benzer bir ithamda bulunmadığından Tombiş sözü gerçekten tosladığım bir duvar olmuştu.

Telefonu kapattık ve 5 dk. düşündüm. Tombiş benim hayatımda istediğim bir sıfat mıydı? Tabiki de hayır! Evet, ilk yapmam gereken şey kilo vermekti. Bedenimi sevip belki yeniden hayata bağlanabilirdim. Hemen Barış’ı aradım. Barış dedim ameliyat ok ne yapmam gerekiyor…

Normal şartlarda ertesi gün İstanbul’a dönecektik ama ben orada kaldım. Her şeyi ayarlayıp en son aileme haber verdim ve İstanbul’da kıyamet koptu. Ailem karşı çıktı ameliyata, çokta haklılardı aslında. Ama onlara başka çarem olmadığını, hayattan gerçekten nefret ettiğimi ve bir şekilde tutunma yolu aradığımı nasıl anlatabilirdim. Kararımı vermiştim ben, kim ne derse desin ameliyata girecektim. Başka çarem o an için gerçekten yoktu!

Tek başınaydım, param çok azdı, Ankara’yı da doğru dürüst bilmiyordum. Karar madem verilmişti, bir şeyler ayarlamam gerekiyordu. Hemen telefona sarıldım ve bana yardım edebileceğini düşündüğüm arkadaşlarımı aradım. Allah hepsinden razı olsun. Rolleri hayatımda çok büyük…

Ankara’lı bir arkadaşım bana misafirhanede kalacak yer ayarladı, bir arkadaşım borç gönderdi ve işin kabasını halletmiştim. Ertesi günde ameliyata girecektim. O gün Ankara’da boş boş dolanmamı ve o ruh halimi hiç unutamıyorum. Ya kilo verip hayata tutunacaktım ya da ne olursa olsun!

Sabah Barış beni kaldığım yerden aldı ve hastaneye gittik. Beni hazırlayıp ameliyata aldılar. Narkozu yaptılar, vücudumda o sıcaklığı hissettikten sonra,  gözümü uyuşmuş ayağımla hastane odasında açtım. Babam nerede kaldın diyordu 🙂  bizimkilerin içi rahat etmemiş, refakatçi olarak babamı benim yanıma göndermişler. Meğer benim 2,5 saat sürmesi gereken ameliyatım 6 saat sürmüş. Adamda merak etmiş haliylen. Benim tabi dünyadan haberim yok.

Gözümü açar açmaz, Barış, küçükken ateşli bir hastalık geçirdin mi? Ya da sert bir şekilde düştün mü? diye sordu. Ben daha cümle kuramadan da dalağımı da aldıklarını söyledi. Ameliyatın uzun sürmesinin sebebi de buymuş.

Açık ameliyat olmuştum ve hiç bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Zor hareket ediyordum ve bir bayan olarak o an yanınızda babanız dahi olsa bir erkeğin olması oldukça can sıkıcı. Tuvalet için bile yardıma ihtiyacım var ve bunu ondan talep edemiyorum. Neyse ki iki gün sonra annem geldi. Kıyamam çok üzülmüştü kadın beni öyle görünce ama gerçekten mecburdum bu kararı vermeye. Ameliyata girerken de zaten hiçbir kaygım yoktu. Ya kilo verip hayata yeniden tutunabilecektim ya da ne olursa olsun du…

Beşinci gün taburcu oldum ve arabayla İstanbul yoluna çıktık. Ankara’dan çıkana kadar rahat gibiydim. Felaket Bolu’dan itibaren başlamıştı. Bütün vücudumdan sanki ateş çıkıyordu. Arabayı 10 dk’da bir durdurup her yerime soğuk sular serpiyorduk. Birde midemde kocaman açık bir yara vardı. Otobandaki en ufak bir hareketi bile bedenim hissediyordu ve çok acı çekiyordu. Sürekli ağlıyordum, ağladıkça bedenim daha çok hareket ediyor daha çok canım yanıyordu. Annem yanımda, kadın ne yapacağını şaşırmış o da ağlıyordu. Ben de içten içe ona kızıyordum. Bu çektiğim acının sebebi sensin diye haykırıyordum. Bu da canımı daha fazla acıtıyordu.

O zamanlar suçlayacak hep birilerini buluyordum hayatta, özellikle en yakınlarım. Çokta haklı sebeplerim vardı kendime göre, meğer hepsi bir yanılsamaymış. Bu varlığın kendini fark etmesi için o acıyı çekmesi gerekiyormuş.  Şimdilerde o çektiğim her acıya şükrediyorum bugün beni kendimle, hayatla barıştırdığı için.

Biz zor bela İstanbul’a evimize vardık. Biraz istirahat, yerleşme derken benim evdeki bakımımı varlığına her an şükrettiğim yeğenim Cansın aldı. O gün çok kolay geçmedi. Ertesi gün, Cansın bana şeftali püresi yedirirken birden bana bir şey oldu. Oturduğum yerde kasılıp kaldım. Sol omzuma sanki biri bıçak sokmuş ve durmadan çeviriyormuş hissi. Hıçkırarak ağladığımı hatırlıyorum ve evdekilerden özür dilediğimi. Hem ağlıyor hem de özür diliyordum. Bu acıya kesin ölmeliydim çünkü. Onlar karşı çıkmıştı ama ben inat etmiştim ameliyat olacağım diye. Ve şu an yaşanan!

Cansın hemen Barış’ı aradı ve acil ambulans çağırmamızı bende kaçak olabileceğini söyledi. İşte gerçek hikaye başlıyordu…

Ambulans geldi ve beni hastaneye götürdüler. Acı hiç dinmiyordu. Temmuz ayıydı ve ilk olarak ancak kapakla içebildiğim suyu kestiler. Teşhis konulana kadar geçen süre 100 yıl gibidiydi. Zamanla ilgili görelilik kavramını daha iyi idrak edemezdim 🙂 Barış hemen hastaneden tanıdık arkadaşlarını aramış ve kendi de İstanbul’a gelmek üzere yola çıkmıştı. Durum ciddiydi yani.

10 saat sonunda teşhis kondu ve bende kaçak vardı. Hemen hastaneye yatışım yapıldı ve asıl yolculuk şimdi başlıyordu…

 

Bugüne kadar hayatıma giren herkese minnettarım. Özellikle beni kendi gerçeklerimle yüzleştirenlere…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

You May Also Like