Biraz da Aynıyız Sanki… (Acı Dediğin Nedir Ki?) 3

Şimdi o zamanları düşündüğümde bana kalan birkaç öğreti var.

  • Yaşadığımız her şeyin bir nedeni var.
  • Her acı geçiyor.
  • İnsanın kendine yaptığını başka kimse yapmıyor.

Kaçak olduğu netleştikten sonra hemen beni bir odaya yerleştirdiler. İlk yedi gün başımda sürekli dua ediyordu Cansın. Her an her şey olabilirdi. Riskli zamanlardı ve ne olacağını kimse bilmiyordu.

Ben; ne olur biraz daha ağrı kesici yapın diye yalvarıyordum. Başka kelime kullanmaya da gücüm yetmiyordu.

Doktor ise; yapabileceğimizin en fazlasını yaptık, daha fazlasını yapamayız diyordu!  Kendime yaptıklarımın bedelini böyle böyle ödemeye başlamıştım.

Ameliyat kararıyla beraber, hayatımın çok ciddi bir sürecine  girmiştim yaşayacaklarımdan habersiz. Yaşadığım kötü gibi gözüken her acı bana büyük hediyeler getirecekti, ben geç fark edecektim.

Ailem perişan olmuştu. Annemin beni her ziyarete gelenle dışarıda ağladığını, içeri girerken de bana belli etmemek için gülmeye çalıştığını hatırlıyorum.

Benim artık konuşacak halim yoktu. Diren takılıydı, damar yoluyla besleniyordum ve kocaman açık bir ameliyat yaram vardı. Şansıma çok çok iyi bir hoca ve ekibi ilgileniyordu benimle. O zamanlar devlet hastanesinde Doçent ve Genel Cerrahinin başındaydı Halil Hoca, hakkını nasıl ödeyebilirim bilmiyorum. Şimdi Profesör ve ekibiyle başka bir hastanede hizmet verdiğini duydum, başınıza gelebilecek en iyi şeydir kendisi 🙂

Ameliyatla beraber yıllardır kullandığım anti depresanlarım da kesilmişti. O kadar acının üstüne birde ilacın yoksunluğu bende sürekli ağlama nöbetleri yapıyordu. Doğru dürüst konuşamıyordum, konuşsam da ne anlatacaktım ki! Bütün gücümü servisin içinde birkaç tur yürümek için kullanıyordum başka da gücüm yoktu zaten.

Sıralamasını tam hatırlamıyorum ama kaçak için bir ara midemi yakmayı denediler, olmadı. Sonra stend takıldı ki o sanırım en zorlu zamandı. 1,5 ay hiç konuşamadım. Sürekli midem bulanıyordu. Günün 16 saati mide bulantısı, 4 saati öğürerek, 4 saati  uyku da geçiyordu. Bu arada hastaneye yatalı bir ayı geçmişti. İlk haftalar  ne zaman çıkacağım diye merak ediyordum, sonra merakı da bıraktım. Her seferinde hayal kırıklığına uğruyordum çünkü.

Sürekli damar yoluyla beslenmekten artık damarlarım bitmişti. Günde 2-3 defa damar yolu açıyorlardı ve pekte bir yerim kalmamıştı. O zamanların hatırası hala  damarlarımdan kan alamıyorlar. Ancak elimin üstünden.

Düşünmek kendimi bildim bileli sıyrılamadığım bir eylemdi, bu gezegenle ilgili bir sürü cevaplanmamış soru vardı kafamda. Bu gezegeni kendime dert edinmiş ve kendime bir yer asla bulamamıştım. Buraya ait hissetmiyordum kendimi. Dediğim gibi bir sürü sorum vardı cevapsız! Şimdi de bedenimde çektiğim gerçek acı bana cevapları vermeye başlamıştı. Benim öğrenme şeklim de buymuş meğer.

Sorgularım hala devam ediyordu ama yönü tamamen değişmişti, sorularımı dünyaya değil kendime sormaya başlamıştım. Ben kendime ne yapmıştım?  Niçin bu acıları çekiyordum?  Yaşadığım, hissettiğim, yaptığım her şeyi tekrar tekrar düşünüp sorguluyordum. Konuşamıyordum ama içimde büyük çığlıklarım vardı. Yaşadıklarımı  neden sonuç ilişkisine bağlayarak anlayabiliyordum. Hala da öyle. Ben ne yaptım? Ne yaşıyorum?

Hayata ciddi bir bağlanma problemim olmuştu, her şeyi kendime duygusal acı yapmıştım. Dünya da hiçbir şeyi kaldıramıyordum. Her şey çok acı vericiydi. Elbet mutluluk maskelerim vardı ama ardı hiç öyle değildi. Dışarıdan hayatı en ti’ye aldığım zamanlar en içinden çıkamadığım dönemlerdi. Bunu da tek ben biliyordum. Anlatamıyordum, kendim de tam anlamıyordum gerçi neden böyle olduğumu. Dışarıdan bakıldığında çoğu insanın hayalini kurduğu bir hayat yaşarken içten içe sürekli ölümü özlemek, ölmek istemek. Neden ben böyleyim, neden böyle hissediyorum???

30 yaşında bir intihar girişimim olmuştu, o günü de hiç unutmam! Nefes almak hiç bu kadar çaresiz hissettirmemişti ve bitsin istemiştim. Her şeyi kendime göre çok güzel ayarlamıştım ama öldürmeyen Allah öldürmüyordu ve beni bulmuşlardı. Hastanede gözümü açtığım ilk an ablamla göz göze geldiğimizde, o gülümsüyordu:) bense içimden hasssiktir bitmedi diye hayatımın başarısızlıklarına bir başarısızlık daha eklediğimi hissediyordum:) İyi ki de öyle olmuş diyorum şimdi ama o zaman tam bir hayal kırıklığıydı.

Evet, bir kez denemiştim olmamıştı, şimdi de hastane de bu acıları çekerken aslında en ölmem gereken zamandı ama ben o son vermek istediğim can için mücadele ediyordum. Dedim ya benim için her şey bir neden sonuç ilişkisi diye, benim son vermek istediğim can’ı yaşatmak için şu an çok acı çekiyordum!  Sanırım sistem bana kıymet bildiriyordu. Benim çıkarttığım ders buydu 😉 kendime yaşattığım her duygusal acıyı gerçek acıyla görüyor ve kendime yaptığımın bedelini ödüyordum. Daha doğrusu ilk kez kendimi fark ediyordum. Var olduğumu anlıyordum. Kendime değer vermem gerektiğini söylüyordu acılar…

Bu süreç çok uzun sürdü. Stend de işe yaramamıştı. Ne yaparlarsa yapsınlar kaçak bir türlü düzelmiyordu. Doktorum; artık bir şey yapamayız, kendi haline bırakmak zorundayız diyordu. Ameliyattan ve komplikasyonlardan bağışıklık sistemim çok düşmüştü, normal şartlarda ameliyata girmem gerekiyordu ama masa da kalma olasılığım çok yüksekti ve çok riskliydi. Mecburen beklemek zorundaydık.

Günler, haftalar, aylar geçti. Yanımdan 22 hasta taburcu ettim:) ilk çıkanlar beni ziyarete bile geldiler. Merak etmişler bu kızcağız ne oldu diye. Sağolsunlar. Haa bir de ziyarete gelenler oluyordu sık sık ve bana moral olsun diye kilo vermişsin diyorlardı. Ben o  an gücüm olsa kafalarına bir şey indirmek istiyordum. Ameliyata neden girdiğimi tamamen unutmuştum, canımın derdine düşmüştüm. Kilo umurumda bile değildi,  nereden bileceklerdi ki benim ne çektiğimi. İstedikleri sadece bana moral verebilmekti.

Aylar sonra bir gün tekrar tekrar girdiğim ve bende artık fobi olan endoskopiye girdim. Bir başka komplikasyon daha olmuştu, sürekli damar yoluyla beslendiğim için mide kendi kendine küçülmeye başlamıştı, bu da ayrı bir sakıncalı durumdu ve beni hemen oral yolla beslenmeye geçirdiler. Mercimek çorbası ve elma suyu beni hala o günlere götürür ve ikisinden de çok keyif aldığım söylenemez 🙂

Şimdi bunları yazarken tekrar yaşadım o günleri ve çok iyi geldi biliyor musunuz… Bu kandırıkçı gezegende yaşarken asıl konuyu sürekli unutuyoruz. Haklı nedenlerimiz var biliyorum. Hepimizin nedenleri var. Bazen sonuçlarına katlanabildiğimiz bazen katlanamadığımız. O zamanlar kendi kendime diyordum ki; Zeynom be senin sağlığın yerinde olsun her şeyi yaparsın! Engel ne var ki?

Evet o zamanlar sağlığım engeldi, iyileştim. Bazen yine engeller koyuyorum kendime, kendim kendime engel olmaya çalışıyorum geçersiz ama çok geçerli gözüken bahanelerle. Hepsi boş biliyorum, şu an bunları yazarken bir kez daha fark edip engelleri kaldırmaya niyet ediyorum. Kendi gölge yanlarımı kendi yolumdan çekmeye niyet ediyorum!

Dağılmadan devam edeyim 🙂

Uzun zaman hastanede geçirdikten sonra bir ara nasıl olduysa beni taburcu ettiler, artık gerçekten hastaneye dayanamıyordum. Ben çekiyordum ama benimle beraber annem ve Cansın da çok yıpranmıştı. Diğer herkeste perişandı ama ikisinin hakkını sırtımda ömür boyu taşısam ödeyemem. Hele ki Cansın olmamış olsaydı nasıl olurdu bilmiyorum. Yattığım süre içinde konuşacak mecalim olmadığı için gözlerimizle anlaşıyorduk. Onun her dokunması şifaydı. Akşamları bana reiki yapıyordu rahat uyuyabilmem için bir de yanıma gelen ve sürekli değişen hastalara 🙂 buradayken de ona kocaman bir minnet duygumu ileteyim tekrar tekrar…

Neyse ben hastaneden çıktım tabiî ki tekrar yatmak üzere 🙂 o arada da her hafta kontrole gidiyordum. Kontrole gittiğim günlerin birinde  doktorum direni koruyarak duşa girebileceğimi söyledi. Ameliyata 15 Temmuz’da girmiştim ve aylarca hiç duş alamamıştım. Sadece siliyorlardı beni ve aylar sonra duşa girebiliyor olmak bana en büyük hediyeydi.

Duşa girdiğim o an’ı hatırlıyorum. Suyu açtım ve sadece 1-2 dakika başımdan süzülmesine izin verdim. O an ki hislerim daha önce yaşadıklarıma hiç benzemiyordu! Bütün hücrelerim şükür duygusuyla dolmuştu. Gerçek mutluluk sanırım buydu! Daha önce duş almanın bu kadar keyifli olduğunu hiç anlayamamıştım. Duşa girer ve acele acele çıkardım, sanki bir yere yetişiyormuşum gibi. Şimdi hala o suyun başımdan aşağı akmasına izin veriyorum o günlerin inadına ve gerçek mutluluğu hatırlatması adına.

Bana kalan çok güzel hediyeler var, mesela suyu rahat rahat içebilmek, rahat rahat nefes alabilmek, direnim bir yere takılır mı diye düşünmeden rahat rahat yürümek, sağımdan solumdan hortumlar çıkmadan rahat rahat uyuyabilmek, tuvaletini tek başına yapabilmek…

Bu süreç bana basit düşünmeyi gösterdi. Basit düşünebilmeyi. Hayat gerçekten çok basit ve basit düşünebilmek en büyük erdem! Bir çoğumuz çok komplike yaşıyoruz hayatı, bende arada o tuzağa çok düşüyorum ne yalan söyleyeyim, ama elimde güzel deneyimler var arada basitliği hatırlamamı sağlayan.

Gel zaman git zaman direnimde çıktı, artık kaçağım düzelmişti, kilo da vermiştim ve hayat yeniden başlıyordu. Yeni bir işe başlamıştım, her şey yolunda gidiyordu. Hayatın önemli bir sırrını çözdüğümü hissediyordum. Ta ki bir gece tekrardan 39 derece ateşle hastaneye kaldırılıp kaçağımın yeniden nüksetmeye başladığını öğrenene kadar!!!!!

Meğer ders bitmemiş! Öğrenilmesi gereken daha önemli bir konu varmış.

Not: En çokta yanılıyor olduğumu fark etmem beni hayata bağladı. Ben her şeyi çok yanlış algılamıştım, bildiğimi zannettiğim her şeyi unutup yeniden öğrenmem gerekiyordu. Hatta bunu her gün yapmalıydım. Bir gün önce öğrendiğim, bir sonraki gün yoluma engel olacaksa, unutup yeniden öğrenmeliydim. Kendime ihanet etmeden, kendi yolumdan sapmadan. Kısaca özetlemek gerekirse, hayat en güzel öğretmen. Kendimizi keşfedebilme yolculuğundaki zaman çizelgemiz, HAYAT…

Hepinizin yolu bahtı açık, kısmeti bol olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

You May Also Like